24 Ekim 2009 Cumartesi

5 hafta

okulun açılmasından bu yana 5 hafta geçti, hamlamışız, üstümden tren geçmiş gibi hissediyorum. tabi en büyük sebebi okulun istanbul il sınırlarına yakınlığı. günde 2 saat yol ne demek birader ya. hayatım yollarda çürüyor. shuttle işkencesi ise apayrı. türkçe dışındaki dersler çok kral ama hiç bi lafım yok. tam aradığım ortam. bilge,emre,nezih,volkan. seviyorum sizi. didem. bu lafım sana. iyisin hoşsun ama relax, take it easy.

neyse lan yol dışında bi sorunum yok. onuda bi şekil çözecez artık.

21 Eylül 2009 Pazartesi

K(H)itler

yeni favorim.
http://www.catsthatlooklikehitler.com


özellikle şu resim reenkarnasyona inanmamı sağladı jdslkjslj

http://www.catsthatlooklikehitler.com/cgi-bin/seigboardbest.pl?2129:1

26 Ağustos 2009 Çarşamba

sikmişim holivud'u

kazandığım bölümden sonra holivud odaklı olmaktan çıkıp daha geniş bi sinema kültürü sahibi olmak için değişik bölgelerden filmler izledim (avrupa,rusya,asya vs.).

valla yıllardır sinema niyetine sikindirik uzun metrajlı görüntüler izlediğimin farkına vardım. (ha guy ritchie gibi bi manyağı zaten izliyordum ama o da kapağı holivud'a attı.)

resmen "sinema buymuş birader" dediğim filmler oldu. (13 tzameti, europa ve adını yazamadığım başka filmler) insanın hayal gücünün genişliğini ve holivud'da es geçilmiş bi çok şeyin farkına vardım. küçük detaylar, sağlam temelli mesajlar. (ha holivud'da yok mu bu? var, ama yaklaşık olarak 362 (yazıyla üç yüz altmış iki) filmde bir.)

neyse sözün özü; kore gümbür gümbür geliyor birader,25-30 yıla kadar holivud anca dev prodüksiyonlu aksiyon filmleriyle ve yıldızlarıyla ayakta kalabilir. bunu anladım.

yani sinema okuyacak heyecanlı gençlere tavsiyem; uzak durun şu yeni kıtadan. sikmişim holivud'u.

18 Temmuz 2009 Cumartesi

bıktım

her şeyden, herkesten.

13 Temmuz 2009 Pazartesi

öss+yds

262.924 , 281.428. ya çok zekiyim ya da bu sınav sisteminde bi sorun var. ilki öss, ikincisi yds. 1 hafta çalışıp öss'den o puanı al, hiç çalışma (+ sene boyu sadece okula sınava gittiğinde fransızca konuş) yds'den o puanı al. garip. galiba 1. seçenek doğru.

1 Temmuz 2009 Çarşamba

2 temmuz '93

dinden uzaklaştıran, cehaletten tiksindiren, sivas'tan soğutan, yobaz orospu çocuklarından nefret ettiren günün tarihin 16. yıl dönümü.


yaşamak bu yangın yerinde
hergün yeniden ölerek
zalimin elinde tutsak
cahile kurban olarak
yalanla kirlenmiş havada
güçlükle soluk alarak
savunmak gerçeği çoğu kez
yalnızlığını bilerek
korkağı, döneği, suskunu
görüp de öfkeyle dolarak
toplanır ölü arkadaşlar
her biri bir yerden gelerek
kiminin boynunda ilmeği
kimi kanını silerek
kucaklıyor beni metin altıok
aldırma diyor gülerek
yaşamak görevdir yangın yerinde
yaşamak insan kalarak

-ataol behramoğlu

25 Haziran 2009 Perşembe

anaam

maykıl ceksın'ı hastaneye kaldırmışlar. komaya girmiş. laan nası üzüldüm, aldığım ilk kasetin üstünde yazardı adın. vakit hızlı geçiyo azizim , kaseti aldığımda muhtemelen ilkokula yeni başlamıştım. hangi albüm olduğunu da hatırlamıyorum, o kadar eski yani. zaten ömrü de çok uzun olmamıştı. müzik dünyasındaki bir çok ilkin sahibi (ilk konulu klip, bilmemkac milyor albüm satışı vs. vs.) bi adam dağılınca içim sıkıldı.

24 Haziran 2009 Çarşamba

gözlerim yaşardı

ömrümün %5-%10 gibi büyük kısımını gönüllü olarak feda eden bir beşiktaş taraftarı olarak (bkz: valerenga, liverpool , malmö, recep çetin, fevzi tuncay , daha gider bu) bu sene kazanılan iki kupayı bir nevi placebo etkisi yapan ilaç olarak görüyordum. ertuğrul hocayı insan olarak sevmeme rağmen teknik direktörlüğünden hazzetmem. beşiktaş'ın başına da gelmesi için daha çok erken olduğuna inanıyordum. bu inancım felaketlerle desteklendi ve ertuğrul hoca gitti. yerine mustafa denizli geldi. korku artık kabusa dönüşmüştü. haftalar geçti, beşiktaş düzgün top oynamaya başladı, şampiyon olduk, kupayı aldık. ernst ve yusuf gibi çok önemli iki transfer yapıldı.

devre arasından beri hep kafamı kurcaladı. bizim takımda transferleri kim yapıyordu? tüpçü mü yoksa teknik direktör mü? daha sonra oturdum geçmiş transferleri düşünmeye başladım. evet, iğrenç bir başkanlık dönemi geçiren tüpçü nedense fm oynarmış gibi transfer yapmıyordu, bunu (olması gerektiği gibi) teknik direktörün istekleri doğrultusunda gerçekleştiriyodu.

ve bu gece... hayatımda beşiktaş'la ilgili aldığım en güzel (ilk 3'e rahat girer) haberlerden birini aldım. nihat kahveci (senin küçüklüğünü biliriz keranacı) , rıdvan şimşek ve ismail köybaşı. beşiktaş'a geliyorlardı. tabi bu sevincimin de bazı sebepleri vardı. sırasıyla açmak gerekirse;

1) fm2009' da yaptığım transferlere paralel. (sağ ve sol bek + orta saha da en ileri uç hariç heryerde oynayabilecek oyuncu) (benimkiler; sivasspor-abdurrahman , gaziantep-bekir irtegün, kayseri-mehmet topuz (gerçi iki tanesini fener aldı)

2) yaş olarak çok genç ve gelecek vadeden iki oyuncu alındı ve ilk 11'e çıkıp orda kalıcı olabilecek kadar şans bulacaklar. (bekler ibrahim üzülmez ve serdar kurtuluş olunca bu çocuklara da şans gelir elbet)

bu gece gerçekten sportif anlamda (ispanya'ya da çaktılar (gerçi xavi ve mata'ya üzüldüm) benim için mutlu haberlerin gecesi oldu. (bi de hidayet orlando'yla adam gibi kontrat yapsa)

ama tabi büyük korkularım da var. başımızda denizli var ve şampiyonlar ligine gidiyoruz. denizli'nin futbol mantalitesi "5 yersek 6. yı atalım" olduğu için bu sene avrupa'da gerçekten çok çılgın skorlara imza atma potansiyelimiz var. ayrıca fener'in 0 puan aldığı sezon fener'in başında da o vardı. neyse tek isteğim grubumuza 1. torbadan çıkacak takımın ispanyol veya italyan takımı olması. en azından 3'ten fazla atınca top çevirmeye başlarlar.

19 Haziran 2009 Cuma

noluyoruz

rüyamda ömer şerif'i gördüm, hayırdır ak. götüm açık uyudum galiba.

8 Haziran 2009 Pazartesi

öss

yaş geldi 21'e hala öss de öss.. ne bitmez çileymiş birader.

19 Mayıs 2009 Salı

ebeni sikiyim türk telekom

allah belanı versin.

8 Mayıs 2009 Cuma

death note

hayatımda hiç birşeyin başında (uğraşırken beyin orgazmı geçirdiğim şeyler dahil), 6 saatten fazla oturmamıştım.
dün gece 4'te başladım,şu an (17:45) bitti. 2 kere tıkınmak için ara verdim, onun dışında gözlerimi ekrandan alamadım (sigaram bitti,alamadım bile).

hayatımda daha önce izlediğim hiç bir şeye benzemeyen, beynimde dolaşan tilkilerin sayısını 10 katına çıkaran çılgın anime. seni seviyorum.

(büyük orospu çocuğusun light-san)
(hastasınım ryuuzaki)

2 Mayıs 2009 Cumartesi

nordschleife

104 viraj,20.5km yol. dünyanın en iyi yarış pisti. rekor : 6.11.küsür (radical sr8). benim rekorum : 6.35.küsür (radical sr4). çılgın potansiyelim varmış.

edit: ya böyle yazmışım da 6.35 i f3000 arabalarıyla yapıyorum, sr4'le 6.50 küsür.

19 Nisan 2009 Pazar

ben,bizzat kendim

şu aralar gitara sarmamdan dolayı bi kaç tane fazladan beste yaptım. gitar pro'nun sağladığı faydalara değinmek yersiz,kullanan herkes ne kadar faydalı bi program olduğunu biliyodur. neyse sözün özü 2 tane şarkı yaptım. biri bitti, diğerinin ise az işi kaldı, bitirince ikisini de koyarım buraya.
ÇOK MUTLUYUM LAN

1 Nisan 2009 Çarşamba

1 nisan türkiye ispanya maçı

aklıma takılan bazı şeyler var bu maç hakkında.

1) 10 yılda hala deli ibo'dan daha yetenekli bi sol bek çıkarılmadı mı?
2) mehmet topuz niye yok? hadi daha insaflı olayım. niye forvetten devşirme sağ kanatla oynuyoruz?
3) hakan balta niye stoper? 35 yaşındaki ibo ramos+silva+cazorla'ya nasıl dayanır?
4) emre dururken (günahım kadar sevmem ibneyi) top dağıtımını neden aurelio üstleniyor?
5) nihat neden adam gibi bitiremiyorsun pozisyonları?

şimdi kendimi göt etme kısmına gelirsek;
1) tabi ki 10 yılda ibo'dan çok daha fazla yetenekli sol bek çıkmıştır. ama tabi bu görme ve cesaret meselesi. şu an futbol dünyasında ki genç yıldızlara bakalım.
messi,agüero,fabregas,micah richards,rooney. daha geriye gittiğimizde seedorf,beckham,r.carlos,owen,giggs.
bu saydıklarımın hepsinin ortak noktası çok genç yaşlarda(14 bilemedin 15) o ışık görülmüş,üstlerine oynanmış oyuncular.
giggs için, alex ferguson ailesinden minnet rica takıma oyuncusunu kattı. 1992-93 yılından beri giggs man u. sol kanadında. (yaş 17-18)
seedorf; ilk şampiyonlar ligi kupasını kazandığında (95-ajax) 19-20 yaşındaydı. ajax'ta banko oynuyordu.
beckham; 18-19 yaşından beri sahaya 11'de çıkıyor.

günümüz gençlerine gelirsek;
messi; 13 yaşında arjantin'den ispanya'ya getiriliyor. şampiyonlar ligi'nde ilk maçına 17 yaşında çıkıyor.
agüero; 16-17 yaşında atletico hayvani bonservis bedeli ödeyip kadrosuna katıyor.
fabregas; 20 yaşında arsenal'in orta sahasının en önemli oyuncusu.
rooney; premier lig'de en genç gol atan oyuncu (17 yaş bilmem kaç gün olması gerek)

şimdi buraya baktığımızda gördüğümüz şey tüm bu oyuncuların çok genç yaşlarda, önemli takımlarda çok uzun süre almaları.

kendi ülkemizle karşılaştırmak bile istemiyorum. zira 3-4 yıl sonra 30 yaşına girecek semih hala 'genç' olarak çağrılıyor.

2) mehmet topuz tabi ki 4 büyüklerde oynamadığı için yok. milli takım'da nedense 4 büyükler hegemonyası kurulmuş durumda. belli oyuncular dışında takıma seçilme şansı olan oyuncu sayısı 1 bilemedin 2. onlar da zaten yaptıkları ilk hata ile asılmaktalar.

3) hakan balta'yı bek olarak defans anlamında beğenirim. ofans'ı yeterli olmasa da bi bekten istenen şeyleri (kademeye girme,kanadını savunma,orta açma) yerine getiriyor. ama neden koskoca milli takımda mesala bi ibrahim toraman, egemen korkmaz yoktur?(bunlar benim bildiklerim, kim bilir bilmediğim kimler var). ibrahim'in dayanma konusuna gelince. deli o herşey beklenir.

4) bu da herhalde emre'nin top istememesinden kaynaklanıyor. sonuçta emre, aurelio'dan çok daha yetenekli bir oyuncu (karakterlerini karıştırmayalım). bunu fatih terim'in görüp uyarması gerekiyor. ben tv başında delirirken fatih hoca nasıl soğukkanlı kalıyor o da ayrı bi mesele.

5) nihat konusuna gelirsek. nihat'ta kanat oyuncusundan devşirme forvet (aynı henry gibi). hızları ve teknikleri gerçekten çok iyi ama hiçbir zaman bi forvet oyuncusu kadar soğukkanlı olamazlar (henry'yi ayrı tutuyorum o herif uzaylı).


benim kafamda ki sisteme gelirsek (elbet fatih terim kadar tanıyamam oyuncuları);
volkan
g.gönül , emre aşık , i. toraman , h. balta
aurelio , emre
nihat , tuncay , arda
semih (batuhan)

bu ispanya maçı için geçerli kadroydu. genele gelirsek (sakatlık vs. olmadığı sürece)

volkan
g.gönül , servet , emre aşık (i. toraman, e. korkmaz) , h. balta
aurelio , hamit altıntop(mehmet topal)
mehmet topuz(nihat,halil altıntop) , tuncay(hamit) , arda(tuncay)
semih(batuhan,fatih tekke,tuncay)


parantez içindekilere baktığımızda gerçekten bu takımda çok fazla alternatif var, bu da form olarak takımın, gerçekten olabilecek en üst seviye de tutulabilineceğini gösteriyor. ama nedense fatih terim kafasında kurduğu planı bozmadan (sakatlık,formsuzluk gibi durumlar da dahil) devam etmeye çalışıyor. bu gidişle afrika 2010'u görebilir miyiz? bu da ayrı bi soru işareti tabi..

22 Mart 2009 Pazar

hmm

önceki yazı ne kadar uzun olmuş lan.

stalker

uyarı: bu yazı ileri derecede spoiler içermektedir.

1979'da rus sinemasının 1 numarası tarkovski amcamız,abimiz,herşeyimiz tarafından çekildi, vizyona girdi.

film, zone (bölge) adı verilen yerde bulunan wish granter(dilek taşı?) adlı nesneye ulaşmak isteyen bir şair, bir fizik profesörü(umarım yanlış hatırlamıyorumdur) ve onlara yol gösteren kılavuz(stalker) etrafında döner. aksiyon bekleyenler yanılmakta ama stallker'ı oynayanlar çok fena gerilmektedir. (örn:şair'in içeride tek başına ilerlerdiği 5 dakika veya (galiba bu sefer yanılıyorum) profesörün girmemesi gerek bir yere girip şans eseri kurtulması)

zone'dan bahsetmek gerekirse. çok büyük, yemyeşil, allahın unuttuğu bir alan. wish granter yüzünden anomalilerle donaltılmış ve çok tehlikeli bir yer. kılavuzu olmadan girenler dönmemekte, geri dönenler de farklı bir insan olmaktadır(kötü anlamda değil).

tarkovski amcamız film boyunca felsefe yapmakta, babasının yazdığı şiirleri (ünlü bir sovyet şairidir.) okutmakta, filmde yaptığı renk oyunlarıyla (kılavuzun kendini rahat hissettiği 'bölge'nin renkli,geri kalan dünyanın siyah-beyaz olması gibi) izlenilecek bir şaheser yaratmaktadır. malesef film ilk çekildiğinde montaj sırasında yapılan bir hata sonucu tüm film uçmakta, tarkovski abimiz kalp krizi geçirmekte, filmi ikinci defa çekmeye çabalayıp yine kalp kriziyle uğraşmakta ve sonunda filmi bitirmektedir.
spoiler bitti..


anlatmak istediğim yere gelirsek. böyle bir filmin oyunun da oynayana kalp krizi geçirmesi sağlamaya çalışması da çok şaşırtıcı olmayacaktır. yaklaşık 4-5 gündür yeni çıkan (bi kaç ay oldu işte) clear sky'ı oynamaktayım (moda girelim diye tabiki geceleri oynuyorum) ve 2-3 kere "ananskm" diyerek koltuğumda hopladım (oyunun daha belki yarısını bitirmişimdir).

daha önce oynadığım hiç bir fps (çok fazla fps oynadım), insanı bu kadar çok karamsarlığa, korkuya ve minnet duygusuna sevketmemiştir.

ilk oyun olan "shadow of chernobyl" i birazcık anlatmak gerekirse(aslında ilk önce clear sky'dan başlamak gerekiyor).

oyun aslında hikayenin ortasından başlıyor. bir kamyon, kamyonun kasasındaki ölüler ve biz. yıldırım çarpması sonucu (bölge tehlikeli bir yerdir!) takla atan kamyonumuzdan sağ kurtulan bizi, o sırada 'bölge' de etrafı araştıran başka bir stalker tarafından kurtarılmamızla oyun başlıyor. kendimize geldiğimizde karşımızda sid'i görüyoruz. ve sid bize bölge'nin hikayesini anlatmaya başlıyor. yıl 2010 (ya da 2006 hatırlamıyorum şimdi), çernobil'de 2. defa radyoaktif patlama oluşuyor ve 'bölge'nin tüm dengesi altüst oluyor. radyasyon dolu çayırlar, bölgeler, radyasyon sonucu oluşan mutantlar, bölgede oluşan gruplar ve herkesin peşinde koştuğu, giyene değişik güçler katan 'arifact'ler.

pda'mizden bize verilen tek görevin "strelok'u öldürmek" olduğunu görüyoruz ve bilinmeze doğru yol almaya başlıyoruz. yolculuk boyunca aldığımız görevlerde çeşitli mutantlar, radyasyon dolu bölgeler, nerdeyse bire bir modellenmiş (dönmedolap bile duruyo lan) 'hayalet şehir pripyat' ve grupların arasındaki çatışmalardan sıyrılıp esas yere geliyoruz. "çernobil".

çernobil'de olayımızı hallettikten sonra (oyunun 7 farklı (6 kötü-1 iyi) sonu olduğu için ve ben kötü sonlardan birine rastladığım için) oyun bitiyor. ama insanın içinde bulunduğu ruh halinden çıkması oyunu oynadığı süreden daha uzun sürüyor. (şair burda 'bloodsucker', 'snork', 'controller' ve 'pseu-dog' lara sesleniyor. ebenizi sikiyim hepinizin)

çok uzun bi yazı oldu ben de baymaya başladım ama içimdeki stalker aşkı bir başka olduğu için ve blogun da benim olmasından dolayı (okumazsanız çok da tın içimi boşaltıyorum) devam ediyorum.


oyundan ilk tırstığım yeri açıklamam gerekirse (muhtemelen genel olarak herkesin tırstığı ilk yerdir); 'agraprom tünelleri'nde ilk bloodsucker'ımı görmem. orospu çocuğu karanlıkta üstüme doğru koşarken 'allahım sana geliyorum' diye çığlık atmaya başlamıştım. tabi oyunu oynamayanlar "eueuheheh mala bak lan oyundan korkmuş" diyebileceği için 1-2 resim koyuyorum. ruh sağlığınızı bozmamak için video'yu koymuyorum.

bknz: orospu çocuğu bloodsucker (saldırırken) (solda da aynısı var)
bknz: orospu çocuğu bloodsucker (dolanırken) (kapının solunda götveren, 'alien vs. predator' filmindeki predatorlar gibi görünmez biçimde, görmek zor açıkçası)

o dakikadan sonra yeraltına her girdiğimde (orospu çocukları maalesef yer üstünde de bulunuyor) kafamdaki kulaklığı çıkardım, monitörden uzaklaştım, kendime telkinlerde bulunmaya başladım (olm çıksın boşver koyarsın kafasına,hayvan gibi silah+armor+artifact var).

tabi bu oyunun bana yaptığı ilk süprizdi. bloodsucker'ların uzaktan akrabası olan 'anası sikik snork' ları daha görmemiştim. hadi bloodsucker bi süre sonra kolay oluyordu. yerini tespit ettikten sonra (göt oğlanları saldırana kadar görünmez olduğu için siktiğimin gözlerini bulmak gerekiyor) öldürmek genellikle 15 mermilik işti. ama ya snork'lar. daha yavaş olmalarına rağmen 100 metreyi 0.2 sn de 'atladıkları' için hem kaçmak hem de vurmak zorluyordu. üstelik en az 25 mermi atmak gerekiyordu ölmeleri için.

bknz: anası sikik snork (yerdeyken)
bknz: anası sikik snork (havadayken)

kendimi güvende hissedebildiğim tek yerler grupların ana üsleriydi. dış dünya gerçekten inanılmaz güvensiz, tehdit edici ve korkutucuydu.

clear sky'ı da biraz oynadıktan sonra düşünüyorum da, allahım böyle bir mekan olsa (radyasyon,mutant,anomali ve artifact dolu) gerçekten çaresiz insanlar hayatlarını değiştirmek için 'bölge'ye gider mi? veya bu kadar çok tehlikeyi göze alabilecek kadar çaresiz,mutsuz insanlar var mıdır? gerçekten olabilir. veya sırf heyecan ve adrenalin için gitmek isteyen gerizekalılar olabilir.

bu kadar yazıyı niye yazdım bilmiyorum ama heralde mutantlara sövmeye, bu muhteşem oyunu da (shadow of chernobyl'in 90'dan aşağı, clear sky'ın 85'ten aşağı notu yok) biraz tanıtmak istedim heralde.

2 Mart 2009 Pazartesi

iş hayatı vs.

geçen pazar 20 yıllık hayatımın (şimdilik) ilk ve son iş gününü yaşadım.
izlenimler;
* dükkanda oturuyorsan kendini eğlendirmeyi bileceksin
* sosyal hayatınla iş hayatın arasında inanılmaz zor bi denge kuracaksın

"aylak bakkal taşaklarını tartar" diye bi laf vardır. eğer bakkal olsaydım eminim günde 20 kere tartardım. birader nası sıkıcı bi olaymış ya. insanların neden "sevdiğin işi yap" lafını söylediğini anlıyorum. sadece bir gün çalıştım (ki buna da çalışmak denmez) ve aman allahım, zaman geçmiyor. üstelik ben gayet özgür bi ortamdaydım (film izle, oyun oyna, arkada köpekle güreş) buna rağmen bu kadar boğucuysa ortam sabah 8-akşam 5çileri düşünemiyorum.

galiba adam olmaz benden. ya çok özgür bi iş bulacam ya da (İŞALLAH) ölene kadar baba parası yiyecem. allahım sen sonumuzu nasip eyle yarabbi. (burdan da akp ye mesaj veriyorum,alın beni pişman olmazsınız)

bakkalların neden bu kadar geyik insanlar olduğunu anladım artık. günde yaklaşık 14-15 saat sen otur,1 saat boyunca max. 2 kişi gelsin. insan sohbet etmeyi,ses duymayı,atraksiyonu özlüyor.

ve cidden öğrenciliğin dünyanın en iyi mesleği olduğuna karar verdim.

19 Şubat 2009 Perşembe

XIII

13, uğursuz sayı. bu sayıyı hayvanlar gibi sevmemin 2 nedeni vardı, 10 dakka önce 3. nedeni de buldum.

ilk olarak, çizgi romanı. kaç yıl önce okudum bilmiyorum ama çok hoşuma gitmişti. çizgileri,renkleri,hikaye örgüsü.

ikinci olarak, oyunu. bir çizgi roman oyuna ancak böyle çevirilebilinirdi. insanı sıkmadan kendini oynatıyordu. half life ve s.t.a.l.k.e.r. (clear sky'ı da oynayamadık hala...) serisinden sonra en çok beğendiğim fps olmuştu.

üçüncü nedeni ise, dizisi (veya filmi). biraz önce izledim. iki bölüm halinde (toplam üç. saat) muhteşem bir dizi. 24,bourne identity falan halt yemiş. ajan dizisi (veya filmi) dediğin böyle olmalı. kendimi ilk defa sıkılmadan üç saat boyunca bişeyi izlerken buldum. ve ikinci seferi yapmayı düşünüyorum.

kısaca konusundan bahsedersek, klasik, a.b.d. başkanına süikast düzenlenmesi ve arkasında yatan olaylar. biraz uçuk bir film olmasına rağmen gayet yapılabilinecek şeyler olarak gözüküyor. (11 eylül'e de "vay amına koyayım" demiştik.)

çizgi romanı sonuna kadar okumadım (zaten hala devam ediyor), oyunu sonuna kadar oynamadım (hard disk'te yere ihtiyacım vardı) ama diziyi sonuna kadar izledim. eğer gerçekten sonu böyleyse romanı da,oyunu da gayet kral şeylermiş.

not: nası üşenmeye başladım blog yazmaktan yarabbi, kış günleri bitiyor diye mi acaba...

8 Şubat 2009 Pazar

bu sene de iyi alternatif yaptı

şu son 2 senede türkçe rock/indie piyasası nası bişey oldu yarabbim.. üstüste albümler,konserler,festivaller. tabi bu da, yıllar yılı (anlamasa da)yabancı müzik dinleyen kesime yaradı. açıkçası ben gayet memnunum. sikindirik arabesk ve pop dalgasını dinleyeceğimize adam akıllı müzik dinleyelim.

neyse, bu yazıyı kısa tutmaya çalışıyorum. o yüzden sadede gelelim. serdar ortaç gibin saçma müzikler dinleyeceğimize(ama adamın yazdığı sözler kötü değil,sezar'ın hakkı sezara) adam akıllı uğraşılmış şeyler dinleyelim, küçüklerimizi sevelim, büyüklerimizi sayalım.

not: ayça şen'in albümü ne güzel olmuş lan.
not2: darısı metal piyasasına.

6 Şubat 2009 Cuma

20 yaş dişi

ecnebilerin dediğine göre 'akıl dişi', bana göre ise 'koduğumun dişi' .. şimdi bu meret hakkında bi sürü şey okudum ve okuduklarım pek güzel şeyler değildi. o yüzden hemen çektirmek istiyorum ama en tepede de yazdığı gibi 'ortadoğu ve balkanların en üşengeç varlığı' olduğum için götümü kaldırıp dişçiye gitmek pek akıl kârı değil (bu harflerin üstündeki şapkalar tedavülden kalkmıştı galiba).

o yüzden yeteri kadar alkol+uyku takviyesi yaparak bu ağrıları geçiriyorum ama son üç gündür ağzıma sıçmakta kendileri. ve de ispanyolca sözlüm olduğu için ağzıma bi hal gelmesini istemiyorum.

bi yerde okuduğuma göre bir 'laz' kardeşimiz bu dişi 'tabancasıyla' sökmek isterken kafasında şekilli bir delik açıp hakkın rahmetine kavuşmuş. ilk duyduğumda "abi laz işte,pratik zeka" deyip geçmiştim lakin kazın ayağı öyle değilmiş.

günlerden 5 şubat perşembe;saat 17 suları..
gözlerimi açtım,hava karanlık. "sikeyim yine güneşi kaçırdık." yatay konumdan dikey konuma geçmek (enteresan bi şekilde) 2 dakkamı aldı. gerinmek (5 saniye),mutfağa gitmek (10 saniye) bişeyler tıkınmak (5-10 dakika). kalktıktan yaklaşık 12 dakika 15 saniye sonra bu laz kardeşime hak verdim. allahım, galiba bu sefer yanına geliyorum. acıdan kafamı tutuyorum,aynaya bakıyorum. bişey yok gibi gözüküyor. lan acıyor,kafamda resmen filler sikişiyor(gemide'ye selam olsun). yeni kalkmışım alkol alacak ne heves var ne de mide. aynı hızla yatağa gidip kafamı duvara vuruyorum. "1,geç,2,geç,3,geç". yok abi,telkinlerle de geçmeyecek bu. o ağrıya rağmen kendimi bi şekilde uyumaya şartlandırıp sızıyorum. kalkıyorum (3 saat sonra),bilgisayar açık,program yaptığım insanlar "nerdesin göt lalesi" şeklinde tahrik dolu mesajlar atmış. "geliyorum ebenizi sikiym,geliyorum". evde olan alkollü şeylere bakıyorum. likör,cin,rakı. ulan hangisini içsem midemi sikecek,neyse kafana vura vura gidersin artık. giyinip yollara koyuluyorum,elemanlarla buluşuyorum falan filan derken ağrı geçiyor. allahım,evet! o andan sonra 'matrix felsefesi'ne inanmaya başlıyorum. "kaşık yok,kaşık yok neo!".

sözün özü; kaşık yok birader,diş var ve beynimi sikmekte kendileri. şu sınavlar bitince de ağzımda bi kaç delik açtırtmaya gidicem.

4 Şubat 2009 Çarşamba

iki

aslında bunun ilk yazım olması gerekiyordu ama giriş evresinde saçmalamaya başladığım için kıytırık bi açılış yazısı yazdım. neyse ilk yazıyı geçersek, şu son bir senede keşfettiğim, (belki de) beni en çok etkileyen şarkıya gelelim.

'change of plans' isimli güzide grubumuzun (bana göre) en sağlam, en iyi, en bilmemne (buraya aklınıza gelebilecek her türlü iyi sıfatı yapıştırın) şarkısı. nam-ı değer "iki".

ilk rastladığım vakit muhtemelen sourberry (bkz: ekşisözlük) ile kafamı açma denemelerimden biridir. çünkü bilinen radyolarda çalınacak kadar (burda radyo eksen gibi kaliteli radyoları ayrı bi kenara koyarak) "popüler" bi grubun şarkısı değildi. bağlantıyı ordan kurdum.

neyse. ilk dinlememi gerçekleştirdikten sonra yaklaşık bi beş dakika kendime gelemedim. "neydi lan bu?" sorusu kafamı cidden kurcalamaya başlamıştı. tabi şarkıya kilitlendiğim için adını da öğrenemiştim (burda allahtan sourberry'nin "çalınan son 10 şarkı" geyiği yardıma yetişti) kaydedemiştim. bi şekilde (bkz: önceki parantez) şarkının adını bulduktan sonra genelde yaptığım gibi sözlüğü açıp, grup hakkında ki yorumlara baktım. şarkıda söz olmadığı için "ulan bunlar kesin kuzeyli falandır, böyle şarkılar onlardan çıkıyo" düşüncem, entryleri bir bir okudukça "hassiktir lan" a dönüştü (tabi mal olduğum için "iki"yi de heralde isveççe bişeydir diye düşünmüştüm).

"iki"yi dinlemek istiyodum, ama nerden? myspace adreslerinde "iki" yoktu! o şarkıyı bi şekilde bulmam lazımdı, derken "sitelerine niye bakmıyosun amele?" sorusu kafamda yankılanmaya başladı. "eveeet,siteeee" diye sayıklayarak sitelerini açtım. ve karşımda tüm albümleri (demo da olsa) duruyordu. ve en güzeli, 'beleş'ti. küçük çaplı bi şoktan sonra teker teker tüm albümleri indirdim. ve malesef söylemek zorundayım,şimdiye kadar ilk demolarından(anybody is who) başka bi 'change of plans' şarkısı dinleyemedim. o kadar tutulmuştum.(ve hala dinleyemiyorum,o klasör açılınca elim direk oraya gidiyor.)

hayatımda dinlediğim en huzurlu, insanı en çok 'düşünmeye' sevkeden şarkıları bilgisayarımdaydı! (kusura bakmayın ama mogwai falan halt yemiş)

gerçekten, bir türk grubunun bu kadar derinlik ve karakter sahibi şarkılar yapabileceğini düşünmüyordum (en azından ülkede belirli bi müzik kültürü oluşana kadar). küçük çaplı göt oluşumdan sonra kendi açımdan çeşitli deneyler yapmam gerekiyordu. müzik zevkleri farklı olan bir çok insana bu şarkıyı yolladım. sonuç 'açıkçası' şaşırtıcıydı. en arabesk insanından,en metalcisine, en alternatifinden, en rapçisine herkes beğenmişti. (yalan lan,repçilere ne yollayacam bu şarkıyı.)

neyse artık yazmaktan sıkıldım,bu yazı burda biter, dinleyin lan şu şarkıyı! bu ülkede en çok ünlü olmayı hakeden gruplardan biri. sitelerini vererek bitireyim bu yazıyı.

http://www.changeofplans.org/

pismil

daraldığım şu şubat gecesi "ulan herkes yazıyo,benim neyim eksik ak?" sorusunu kendime sormamla başlayan bu blog umarım uzun ömürlü olur. vatana hayırlı,uğurlu olsun.

diyerek girişimi yaptım,pismillaa subaneke..