22 Mart 2009 Pazar

hmm

önceki yazı ne kadar uzun olmuş lan.

stalker

uyarı: bu yazı ileri derecede spoiler içermektedir.

1979'da rus sinemasının 1 numarası tarkovski amcamız,abimiz,herşeyimiz tarafından çekildi, vizyona girdi.

film, zone (bölge) adı verilen yerde bulunan wish granter(dilek taşı?) adlı nesneye ulaşmak isteyen bir şair, bir fizik profesörü(umarım yanlış hatırlamıyorumdur) ve onlara yol gösteren kılavuz(stalker) etrafında döner. aksiyon bekleyenler yanılmakta ama stallker'ı oynayanlar çok fena gerilmektedir. (örn:şair'in içeride tek başına ilerlerdiği 5 dakika veya (galiba bu sefer yanılıyorum) profesörün girmemesi gerek bir yere girip şans eseri kurtulması)

zone'dan bahsetmek gerekirse. çok büyük, yemyeşil, allahın unuttuğu bir alan. wish granter yüzünden anomalilerle donaltılmış ve çok tehlikeli bir yer. kılavuzu olmadan girenler dönmemekte, geri dönenler de farklı bir insan olmaktadır(kötü anlamda değil).

tarkovski amcamız film boyunca felsefe yapmakta, babasının yazdığı şiirleri (ünlü bir sovyet şairidir.) okutmakta, filmde yaptığı renk oyunlarıyla (kılavuzun kendini rahat hissettiği 'bölge'nin renkli,geri kalan dünyanın siyah-beyaz olması gibi) izlenilecek bir şaheser yaratmaktadır. malesef film ilk çekildiğinde montaj sırasında yapılan bir hata sonucu tüm film uçmakta, tarkovski abimiz kalp krizi geçirmekte, filmi ikinci defa çekmeye çabalayıp yine kalp kriziyle uğraşmakta ve sonunda filmi bitirmektedir.
spoiler bitti..


anlatmak istediğim yere gelirsek. böyle bir filmin oyunun da oynayana kalp krizi geçirmesi sağlamaya çalışması da çok şaşırtıcı olmayacaktır. yaklaşık 4-5 gündür yeni çıkan (bi kaç ay oldu işte) clear sky'ı oynamaktayım (moda girelim diye tabiki geceleri oynuyorum) ve 2-3 kere "ananskm" diyerek koltuğumda hopladım (oyunun daha belki yarısını bitirmişimdir).

daha önce oynadığım hiç bir fps (çok fazla fps oynadım), insanı bu kadar çok karamsarlığa, korkuya ve minnet duygusuna sevketmemiştir.

ilk oyun olan "shadow of chernobyl" i birazcık anlatmak gerekirse(aslında ilk önce clear sky'dan başlamak gerekiyor).

oyun aslında hikayenin ortasından başlıyor. bir kamyon, kamyonun kasasındaki ölüler ve biz. yıldırım çarpması sonucu (bölge tehlikeli bir yerdir!) takla atan kamyonumuzdan sağ kurtulan bizi, o sırada 'bölge' de etrafı araştıran başka bir stalker tarafından kurtarılmamızla oyun başlıyor. kendimize geldiğimizde karşımızda sid'i görüyoruz. ve sid bize bölge'nin hikayesini anlatmaya başlıyor. yıl 2010 (ya da 2006 hatırlamıyorum şimdi), çernobil'de 2. defa radyoaktif patlama oluşuyor ve 'bölge'nin tüm dengesi altüst oluyor. radyasyon dolu çayırlar, bölgeler, radyasyon sonucu oluşan mutantlar, bölgede oluşan gruplar ve herkesin peşinde koştuğu, giyene değişik güçler katan 'arifact'ler.

pda'mizden bize verilen tek görevin "strelok'u öldürmek" olduğunu görüyoruz ve bilinmeze doğru yol almaya başlıyoruz. yolculuk boyunca aldığımız görevlerde çeşitli mutantlar, radyasyon dolu bölgeler, nerdeyse bire bir modellenmiş (dönmedolap bile duruyo lan) 'hayalet şehir pripyat' ve grupların arasındaki çatışmalardan sıyrılıp esas yere geliyoruz. "çernobil".

çernobil'de olayımızı hallettikten sonra (oyunun 7 farklı (6 kötü-1 iyi) sonu olduğu için ve ben kötü sonlardan birine rastladığım için) oyun bitiyor. ama insanın içinde bulunduğu ruh halinden çıkması oyunu oynadığı süreden daha uzun sürüyor. (şair burda 'bloodsucker', 'snork', 'controller' ve 'pseu-dog' lara sesleniyor. ebenizi sikiyim hepinizin)

çok uzun bi yazı oldu ben de baymaya başladım ama içimdeki stalker aşkı bir başka olduğu için ve blogun da benim olmasından dolayı (okumazsanız çok da tın içimi boşaltıyorum) devam ediyorum.


oyundan ilk tırstığım yeri açıklamam gerekirse (muhtemelen genel olarak herkesin tırstığı ilk yerdir); 'agraprom tünelleri'nde ilk bloodsucker'ımı görmem. orospu çocuğu karanlıkta üstüme doğru koşarken 'allahım sana geliyorum' diye çığlık atmaya başlamıştım. tabi oyunu oynamayanlar "eueuheheh mala bak lan oyundan korkmuş" diyebileceği için 1-2 resim koyuyorum. ruh sağlığınızı bozmamak için video'yu koymuyorum.

bknz: orospu çocuğu bloodsucker (saldırırken) (solda da aynısı var)
bknz: orospu çocuğu bloodsucker (dolanırken) (kapının solunda götveren, 'alien vs. predator' filmindeki predatorlar gibi görünmez biçimde, görmek zor açıkçası)

o dakikadan sonra yeraltına her girdiğimde (orospu çocukları maalesef yer üstünde de bulunuyor) kafamdaki kulaklığı çıkardım, monitörden uzaklaştım, kendime telkinlerde bulunmaya başladım (olm çıksın boşver koyarsın kafasına,hayvan gibi silah+armor+artifact var).

tabi bu oyunun bana yaptığı ilk süprizdi. bloodsucker'ların uzaktan akrabası olan 'anası sikik snork' ları daha görmemiştim. hadi bloodsucker bi süre sonra kolay oluyordu. yerini tespit ettikten sonra (göt oğlanları saldırana kadar görünmez olduğu için siktiğimin gözlerini bulmak gerekiyor) öldürmek genellikle 15 mermilik işti. ama ya snork'lar. daha yavaş olmalarına rağmen 100 metreyi 0.2 sn de 'atladıkları' için hem kaçmak hem de vurmak zorluyordu. üstelik en az 25 mermi atmak gerekiyordu ölmeleri için.

bknz: anası sikik snork (yerdeyken)
bknz: anası sikik snork (havadayken)

kendimi güvende hissedebildiğim tek yerler grupların ana üsleriydi. dış dünya gerçekten inanılmaz güvensiz, tehdit edici ve korkutucuydu.

clear sky'ı da biraz oynadıktan sonra düşünüyorum da, allahım böyle bir mekan olsa (radyasyon,mutant,anomali ve artifact dolu) gerçekten çaresiz insanlar hayatlarını değiştirmek için 'bölge'ye gider mi? veya bu kadar çok tehlikeyi göze alabilecek kadar çaresiz,mutsuz insanlar var mıdır? gerçekten olabilir. veya sırf heyecan ve adrenalin için gitmek isteyen gerizekalılar olabilir.

bu kadar yazıyı niye yazdım bilmiyorum ama heralde mutantlara sövmeye, bu muhteşem oyunu da (shadow of chernobyl'in 90'dan aşağı, clear sky'ın 85'ten aşağı notu yok) biraz tanıtmak istedim heralde.

2 Mart 2009 Pazartesi

iş hayatı vs.

geçen pazar 20 yıllık hayatımın (şimdilik) ilk ve son iş gününü yaşadım.
izlenimler;
* dükkanda oturuyorsan kendini eğlendirmeyi bileceksin
* sosyal hayatınla iş hayatın arasında inanılmaz zor bi denge kuracaksın

"aylak bakkal taşaklarını tartar" diye bi laf vardır. eğer bakkal olsaydım eminim günde 20 kere tartardım. birader nası sıkıcı bi olaymış ya. insanların neden "sevdiğin işi yap" lafını söylediğini anlıyorum. sadece bir gün çalıştım (ki buna da çalışmak denmez) ve aman allahım, zaman geçmiyor. üstelik ben gayet özgür bi ortamdaydım (film izle, oyun oyna, arkada köpekle güreş) buna rağmen bu kadar boğucuysa ortam sabah 8-akşam 5çileri düşünemiyorum.

galiba adam olmaz benden. ya çok özgür bi iş bulacam ya da (İŞALLAH) ölene kadar baba parası yiyecem. allahım sen sonumuzu nasip eyle yarabbi. (burdan da akp ye mesaj veriyorum,alın beni pişman olmazsınız)

bakkalların neden bu kadar geyik insanlar olduğunu anladım artık. günde yaklaşık 14-15 saat sen otur,1 saat boyunca max. 2 kişi gelsin. insan sohbet etmeyi,ses duymayı,atraksiyonu özlüyor.

ve cidden öğrenciliğin dünyanın en iyi mesleği olduğuna karar verdim.